> Startseite | LORENZ VE HAYDAR
06.04.2015

LORENZ VE HAYDAR

Hüseyin KORER Çok badireler atlattı ve sayısız gösterilere ev sahipliği yapti Nürnberg´deki Lorenz Kilisesi. Koca Yunus´un doğumundan on yıl sonra, 1250 yılında ufak bir ibadet yeri olarak inşa edildi. Adına Aziz Laurentuis´un (Lorenz) adı verildi. III. yüzyılda Roma imparatoruna kilisenin mal varlıklarını teslim edeceğine, onları yoksul halka dağıtan ve topladığı fakirleri "İşte kilisenin mal varlıkları" diye takdim eden Laurentius, imparator Valerina tarafında kızgın demirler üzerinde yakılarak öldürüldü. Koruyucu Lorenz, 2 Temmuz 2013 yılında Banazlı Haydar´ın torunlarını büyük bir keyifle konuk etmişt


İkiside yukarıdan seyire dalmışlardı. Roma´da değil, Sivas´da ateşe verilen canların yeniden tende vucuda gelip dirilişlerini. Muktedirlerin ölüm fermanını o ikisinden daha iyi kim bilebilirdi. Çocukları üşümesinler, ıslanmasinlar diye ricaları kabul edilmiş, bir kaç gün önce yağan yağmur ertesi güne ertelenmişti. Muhlis Akarsu , Muhibe Akarsu,

Gülender Akça, Metin Altıok, Mehmet Atay, Sehergül Ateş, Behçet Sefa Aysan, Erdal Ayrancı, Asım Bezirci, Belkıs Çakır, Serpil Canik , Muammer Çiçek , Nesimi Çimen, Carina Cuanna Thuijs, Serkan Doğan, Hasret Gültekin, Murat Gündüz, Gülsüm Karababa, Uğur Kaynar, Emin Buğdaycı, Asaf Koçak, Koray Kaya, Menekşe Kaya, Handan Metin, Sait Metin, Huriye Özkan, Yeşim Özkan, Ahmet Özyurt, Nurcan Şahin, Özlem Şahin, Asuman Sivri, Yasemin Sivri , Edibe Sulari, İnci Türk fikirde, gönülde, kalpte silinmediklerini göstermek için Cemallerde, Alilerde, Ercanlarda, Yusuflarda, Serpillerde, Hüseyinlerde, İlhanlarda ve diğer asilerin/asillerin vucutlarında o tertemiz beyazlara bürünmüş nurlarla bezenmiş örtüleriyle misafirliğe gelmişlerdi.

2 Temmuz 1993´te zalimlerin, insan olma yolunda nasiplerini alamamış süprüntülerin hışımına uğramıştılar. Kutsal saydıklari Cuma günü namazlarını kılıp ava çıkanların, "Allahu Ekber" diyerek imanlarını pekiştirmek için insan kanı akıtmayı kutsal sayanların savunmasız ceylanlari olmuştular. Ellerinde kalem, kitap ve sazdan başka silahlari yoktu pir müridlerinin. Ferman verilmişti bir defa. Madımak alevlere bürünmüş, Sivas yine alkış tutarak seyir ediyordu. Fatma Ana kuzularının feryadını duyan yoktu. Kulaklar kapalı, vicdanlar taş kesilmişti. Zehirli ateş yumakları bedenleri kuşatmıştı. Bumuydu dua ettikleri, merhamet bekledikleri peygambere olan sevgileri? Hangi kitapta yazılmıştı sevap biriktirmek için evladı Resulun katli? Kamu vicdani ise çoktan tatile çıkmıştı. Devlet yönetiminin tek derdi dönemin başbakanı tarafından su cümlede beyan edilmişti: „Çok şükür, otel dışındaki halkımız bir zarar görmemiştir.“

2 Temmuz 2013. Lorenz Kilisesi önü. İsimlerini göğüslerine asmış, "Biz buradayız" diyorlardı. Anlatacakları çok şeyleri vardı devriylerine Nürnberg´de kısa bir süre ara verenlerin. Dostlarıyla, sevgilileriyle zaman ve mekan tanımadan kucaklaşmaya gelmişlerdi, sıcak bir "Merhaba" demek için, yaratanın selamını getirmek için. Hoş geldiler, sefa getirdiler. Onları bağırlarına basan, gönül tahtlarında mihman eyleyen candaşlarıyla, dostlarıyla yeniden buluşmalarının gizemli matemi, coşkusu vardı havada. Çok uzaklardan eleşten yola koyulmuşlardı. Yorgundular. 20 yılın değil, insanlığın birikmiş tüm umutları, hüzünleri vardi o beti benzi donuk çıplak ayaklı gazilerde. Susarak, sadece bakarak meramlarını anlattılar. Ne dediklerini anlayabilmek icin aynı dili konuşmak şart değildi gönül gözü açık, bedeni-benliği kin ve nefretten arınmış olanlar için. Bir anlık dahi göz göze gelmek binlerce yıllık destanı belleklere indirmeye, yansıtmaya kafiydi. O destandaki Elif hecesi insanlikti. Sayflari baristan, paylasimdan yanaydi. Yazilmayi bekleyen daha cok beyaz sayfalari vardi. Lorenz ile Haydar uzun süre bakıştılar. Boşa gitmemişti direnmeleri. Nürnberg´de, Köln´de, Gezi´de, Rio´da her yerde onların ektiği anarşist tohumların fidanları yeşeriyordu. O fidanlarin ana kökleri Adem´e kadar uzanıyordu. Kurutulması olanaksızdı. İlk anarşist Adem dahi tanrının yasakladığı ağaçtan bilerek, kendi iradesiyle beslenerek cennetten kovulmayı biat etmeye tercih etmişti. Gerektiğinde tanrıya dahi „Hayır diyen“, „itiraz eden“ beni ademe yeni türeyen zalimler, anlık vızıltıdan başka bir şey değildiler. Haydar tüm haşmetiyle ayağa kalktı, önce sazını iki eliye havaya kaldırıp "Bir ölür bin diriliriz" diye haykırdı. Tanri af eder, Pir af etmezdi. Sonra aşağıdaki torunlarına yöneldi, hepsinin yüzlerini okşayıp kulaklarına "Şah" diye fısıldadı, nefes eyledi, omuzlarına tarik ile dokundu. Ulu Pirin fısıltısını rüzgar oradaki güvercinlere, diğer kuşlara sonra sulara, ardından toprağa iletti. Önce kuşlar havalandı, sular akmaya, toprak ısınmaya başladı, ardından gaziler teker teker gözden kayboldular. Yeniden Şah‘a kavuşup, erenlerle yekpare olup sonsuza dek semaha girmek için göç ettiler.

Meydanda kalanlar, taşıdıkları yükün farkındaydılar. Bilyorlardiki yalnız değillerdi. Yüreklerinde bir nebze dahi insanlık onuru taşıyan tüm dünya ahalisi giyablarında yanlarındaydı. Onlar dünyayı aydınlatan renklerdi, biliyorlardiki bu dava artık mahşere kalmayacak.